Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Ali Sönmez, Osmanlı arşivlerini ve yabancı kaynakları araştırarak yazdığı ‘Yitik Miras Zeus Sunağı’ isimli kitabında, bir zamanlar kendi ışık ve ortamında en etkileyici haliyle yükselen bu anıtın Bergama‘dan Berlin‘e ilginç yolculuk öyküsünü anlattı.
Doç, Dr. Ali Sönmez, özellikle de 1869-1878 yılları arasında Carl Humann tarafından Bergama’daki Zeus Sunağı’na ait ne kadar eserin kaçırıldığının bilinmediğini ve bunun aştırılması gerektiğini ifade ederken, Berlin’de sergilenen eserlerin de tamamının orijinal olmadığını söyledi.
Doç. Dr. Ali Sönmez, Zeus Sunağı ile ilgili çok konuşulacak bir araştırmaya imza attı. Osmanlı arşivleri ile yabancı kaynakları karşılaştırmalı olarak araştıran Sönmez, Osmanlı Devleti’nin eski eser politikasını ve bu politika kapsamında Zeus Sunağı’nı ‘Yitik Miras Zeus Sunağı’ ismiyle kitaplaştırdı.
Hazırladığı kitapta, UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmiş muhteşem bir eserin, Zeus Sunağı’nın, Bergama’dan Almanya’ya götürülüş öyküsünü, konunun muhatapları olan Osmanlı Devleti ve Alman kaynakları doğrultusunda karşılaştırılmalı bir bakış açısıyla anlatmayı hedeflediğini belirten Sönmez, “Zeus Sunağı hakkında; başta kazı raporları ve günlüklerin de içerisinde bulunduğu oldukça geniş yabancı literatür birikmiş, ancak konunun diğer muhatabı Osmanlı Devleti’ne ait arşiv belgelerinin bu konuda ortaya koyduğu bilgiler, araştırmaların çoğunluğunda, yabancı kaynaklarla karşılaştırmalı olarak değerlendirilmemiştir. Özellikle döneminde yazılmış yabancı eserlerin hemen hepsi ve günümüz araştırmalarının birçoğunda, Carl Humann’ın 1869-1878 yılları arasında yaptığı kaçak kazılar tartışma konusu yapılmadığı gibi bu husus bir nevi görmezden gelinmiş ve daha ziyade Zeus Sunağı’nın 1878-1886 yılları arasında Osmanlı Devleti’nden alınan izin sonrası götürüldüğü üzerinde durulmuştur. Oysa Osmanlı arşiv belgeleri incelendiğinde ortaya çıkan gerçek, Zeus Sunağı’nın Almanya’ya götürülüşünde izlenen siyasi baskı ve şantajın hangi boyutlara ulaştığının anlaşılmasına katkı sağlayacak önemli veriler sunmaktadır” dedi.
BERGAMA’DA 9 YIL KAÇAK KAZI YAPMIŞ
Zeus Sunağı’nı bulan ve Alman devletinin ilgisini buraya çeken kişinin Carl Humann olduğunu anlatan Doç. Dr. Sönmez, “Şüphesiz Zeus Sunağı ile ilgili sürecin başlangıcı aslen bir inşaat mühendisi olan Carl Humann’ın, tüberküloz teşhisi konması üzerine kendisi gibi mühendis olan ve Sisam’da bulunan büyük kardeşi Franz Humann’ın yanına gitmesiyle başladı. Daha sonra Franz Humann ile birlikte İstanbul’a gelen Carl Humann girişkenliği sayesinde bürokrasinin üst kademeleri ile tanışma fırsatı buldu ve aldığı görevler vasıtasıyla da değişik bölgelere sık sık geziler yapmaya başladı. Humann, bu yolculuklar sırasında iki kere (1864 ve 1866) Bergama’ya da uğradı. Bergama’daki harabelerle tanışması ve ilgisi de bu yolcukları sırasında başlamıştı. 1867 senesinde Dikili-Karaağaç ve Balıkesir-Bandırma yolu inşaatı imtiyazı büyük kardeşi Franz Humann’a verilince, ofisini ilk olarak Ayvalık’ta kuran Humann, 1869 senesinde ise merkezini Bergama’ya taşımaya karar verdi. Bergama’ya yerleştikten sonra, bölgede ufak çaplı da olsa kaçak kazılar yapmaya başlamış, yol inşaatında çalışan işçilere de toprak üstünde bulduğu eserleri depolama görevi vermişti. Ortaya çıkardığı eserleri Osmanlı Devleti’nden saklayarak kendince güvence altına aldığını düşünen Humann, küçük çaplı bir müze dahi kurmuştu. 1869’dan 1878 yılına kadar, yani resmi kazıların başladığı döneme kadar Carl Humann yaklaşık 9 yıl Bergama’da kaçak kazı yapıyor. Üstelik bu kaçak kazısı 1872 yılından itibaren doğrudan Almanya İmparatorluğu’nun vermiş olduğu direktif doğrultusunda yapılıyor. Almanya İmparatorluğu 1872-1878 yılları arasında yapılan bu kaçak kazıları biliyor ve devam etmesini istiyor” diye konuştu.
ALMANYA KENDİ KAMUOYUNDAN BİLE GİZLEMİŞ
1878 yılının Osmanlı Devleti için çok zor geçtiğini anlatan Doç. Dr. Ali Sönmez, şöyle konuştu: “Balkanlar’da birçok isyanla boğuşan, Rusya’ya karşı 1877-1878 (93 Harbi) savaşını kaybeden ve ekonomik olarak büyük sorunlar yaşayan Osmanlı Devleti bu tarihlerde, Almanya’nın iktisadi, siyasi, askeri ve kültürel nüfuz alanına girmeye başladı. Almanya böylece arkeolojik eserlerin araştırılması için gerekli izinleri kolayca alma ve kendi ülkelerine götürmeleri yönünde şantaj ve baskı mekanizmasını kullanabileceği güce erişmişti. Kazı izni almasında Alman veliahdının devreye girdiğini ayrıca belirtmemiz gerekir. Bu gelişme üzerine 1874 tarihli eski eser yasası şartlarına göre hazırlanan ve süresi 1 yıl olan kazı izni 6 Ağustos 1878 tarihinde yürürlüğe girdi. Verilen kazı iznine göre, Bergama Kalesi’nde Berlin Müzesi adına kazı yapacak olan Almanya, 1874 yasası şartlarına uygun olarak kazılarda ortaya çıkacak eserlerin üçte birine sahip olacak, diğer üçte ikisi ise Osmanlı Devleti’ne bırakılacaktı. Ancak Almanya tarafından yapılan siyasi baskı ve bizzat Osmanlı Devleti Müze-i Hümayun müdürünün verdiği yanıltıcı bilgiler sebebiyle Zeus Sunağı’na ait parçaların hemen tümü Almanya’ya terk edildi. Almanlar 1878-1886 yılları arası Zeus Sunağı’na ait eserleri Berlin’e götürdü. Böyle bir sonucun ortaya çıkışında Almanya’nın izlemiş olduğu stratejinin de büyük etkisi vardı. 1877 senesinden beri Bergama’daki eserlerin önemini kavrayan ve açıklanması halinde dünyada büyük yankı uyandıracağını tahmin eden Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Alexander Conze, Osmanlı Devleti ile paylaşım esaslarına dair pazarlıklar sonuçlanıncaya kadar, eserleri kendi kamuoyu da dahil herkesten gizledi. Nitekim 1878 senesi sonuna kadar Almanya’ya binlerce parça gönderilmesine rağmen, Zeus Sunağı’na ait ilk açıklamasını 1880 senesinde yapan Conze, Osmanlı Devleti’nin eserlerin ne ifade ettiğine dair bilgi sahibi olmasını engelleyerek pazarlık gücünü arttırmayı başardı. Yapılan pazarlıklarda Almanya’ya kırık dökük mermer parçaları verdiğini zanneden Osmanlı Devleti, eserlerin arkeolojik açıdan ifade ettiği önemi anlayacak uzman kadrolarının olmayışının veya yanlış yönlendirilmenin bedelini ödüyordu. Bu süreçte Müze-i Hümayün Müdürü olan Philipp Anton Dethier’den özellikle bahsetmemiz gerekir. 1872 senesinde 68 yaşındayken İmparatorluk Müzesi’nin başına geçen ve aynı zamanda arkeolog Dethier’in, tüm bu süreçte kurumsal olarak Osmanlı Devleti’ni uyarmadığı, devleti ikna maksadıyla ‘Bu taş parçalarından müzeye ait olan ve ne çare ki adet olarak çok fazla eserlerin İstanbul’a nakli için yüzlerce liralar sarfı lazımdır. Bunları Almanlara bin Napolyon’a satmak pek kolaydır. Böyle pis, kırık dökük, adi mermer parçalarına bu kadar para vermek lüzumsuzdur’ şeklinde beyanda bulunduğu Servet-i Fünun yazarı Vahit Bey tarafından ifade edilmiştir.”
BERLİN’DEKİ ZEUS SUNAĞI TAMAMEN ORİJİNAL DEĞİLDİR
1886’dan itibaren geçici bir müzede sergilenen Zeus Sunağı için 1908-1930 yılları arasında yeni bir müze (Pergamon Museum) inşa edildiğini belirten Doç, Dr. Ali Sönmez, şöyle devam etti: “İlginç noktalardan biri şu; 2’nci Dünya Savaşı döneminde Bergama Müzesi’nin bulunduğu alan bombardımana uğrayarak tahrip olacaktır. Almanlar frizlerin büyük çoğunluğunu sandığa koyacaktır. Fakat o dönemin Rus Kızıl Ordusu savaş ganimeti olarak bu frizleri Rusya’ya götürecektir. 1959 yılında yapılan görüşmeler çerçevesinde bu frizler tekrar Doğu Almanya’ya iade edilecektir. Zeus Sunağı, Carl Humann’ın 1869-1878 yılları arasında kaçak olarak, 1878-1886 yılları arası ise resmi izinle gerçekleştirdiği kazılar sonrasında Bergama’dan Berlin’e taşındı ve Alman İmparatorluğu’nun emperyal zaferi olarak yeniden inşa edildi. Dönemin Alman Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Alexander Conze Zeus Sunağı’nın Berlin’e götürülmesi konusundaki görüşlerini bir özeleştiri yaparak değerlendirir: ‘Bu iş karşısında sanıldığı kadar duygusuz değiliz; biliyoruz ki, sonuçta büyük bir anıtın kalıntılarını bulunduğu topraklardan koparıp alarak buraya getirdik. Üstelik anıta ne yaratıldığı yerdeki gibi bir ışık ne de benzer bir ortam sağlayamayacağımızın bilincindeyiz ki bu anıt bir zamanlar o ışık ve ortamda en etkileyici haliyle yükseliyordu…’ Ancak Conze cümlenin sonunda, ‘…Ama onu tümüyle ve sonsuza kadar yok edilme tehlikesinden kurtardık…’ ifadesiyle, yapılanların haklılığını gösterme gayreti içerisine girer. Günümüzde yabancı müzelerin, bilim adamlarının ve maalesef yerel kamuoyunun bir kısmı dahi, Conze’nin bu ifadesi ile özdeşleşen düşünceyi benimsemektedir. Ancak Conze’nin, Zeus Sunağı’nı yok edilme tehlikesinden kurtardık ifadesi, meseleyi örtbas etmenin ve çarpıtmanın belki de en güzel örneğini teşkil eder. Conze bu ifadesiyle Zeus Sunağı’nın bir bütün olarak bulunduğu algısını yerleştirme ve bölgede bulunan Osmanlı vatandaşlarının bu yapıyı yağmalamaya çalıştıkları izlenimini yaratır. Oysaki Zeus Sunağı bütün olarak bulunan bir yapı değildir. Dahası Zeus Sunağı, Hıristiyanlığın yayılmaya başladığı dönem itibariyle pagan dönemin eseri olarak algılandığından, Bizans döneminde harabe haline gelmiş ve M.S. 8’inci yüzyılda, Emevi akınları sırasında, Zeus Sunağı kalıntıları Bizans sur duvarına eklenmiştir. Kazılara başlandığında sunağa ait frizler Bizans sur duvarı içerisinden kesilmiş, bu yapılırken Osmanlı dönemi surları da hemen tamamen yıkılmıştır. Yani Carl Humann burayı keşfettiğinde Zeus Sunağı, birleşik bir bütün ya da katkısız bir harabe değil, Bizans duvarı içerisinde 11 yüzyıl boyunca korunan tarihi bir eserdir. Bu kasıtlı aldatma, Sunağın Berlin’de yeniden inşa edilmesi ve halka teşhirinde de göze çarpar. Sunağın sunumu izleyiciye eserin tamamen orijinal parçalardan oluştuğu izlenimini verse de, sergilenen eser orijinal yapının üçte birinden daha fazlasını temsil etmemektedir. Ziyaretçilerin dokunmaya ve içinde gezmeye teşvik edildiği Zeus Sunağı aslında, 19’uncu yüzyıl Alman mimarları tarafından orijinal parçalara eklenen unsurların birleşmesidir. Almanlar tarafından eklenen birçok unsur arasında, sunağın merkezinin büyük bir kısmını oluşturan merdiven de vardır.”